Skip to main content
editördenGüncel İçerikler

Mesele artık fayların ötesine geçebilmeli!

By Şubat 21, 20232 Comments

Yıllardır, afet zararları ortaya çıktıktan sonraki resimleri düzeltmeye odaklandık. Çünkü ezberlerdeki açıklamanın çekirdeği (maksim) -özellikle de doğal afetlerin- “önlenemezliği”dir. Halkın bir bölümü bunu Tanrı kaynaklılık ile açıklarken, geri kalan bölümü işe Tanrıyı karıştırmadan -yine o kadar önlenemez- “bu kadar binayı yıkıp da yenisini mi yapalım; o halde ancak sonuçlarını hafifletmeye çalışılmalı” şeklindeki bilim soslu ezber ile açıklıyordu.

Bir afet sonrası doğan zararları azaltma ile, afet olmadan önce potansiyel zararlarını azaltma arasındaki fark, ölmüş ve canlı arasındaki fark kadar derin. Ölü için yapılabilecek olan, gömüp gereken taziyelerde bulunmak ve yas tutmak ile sınırlı iken, canlı için yüzlerce kalemlik karmaşık bir listedir.

Bu iki bölüm birbiriyle uzlaşmaz dünya görüşlerine sahip gibi görünse de sonuç itibariyle aralarında tam bir uzlaşı bulunduğu görülüyor. Bu uzlaşıyı perçinleyen ise -kanımca- 17 Ağustos depremi oldu ve her halde ilahi bir kaynaktan bir yeni maksim gündeme geldi: “Deprem öldürmez bina öldürür!”.

Ne de olsa tüm biyolojik varlıklarda olduğu gibi az da olsa bir kalıtsal akla sahip olduğu için, “bu olgu bu denli toptancı olamaz, tüm binalar öldürmediğine göre bunun kökünde başka nedenler olmalıdır; acaba bizim bakmadığımız yönler mi var?” şeklinde kuşku duyan insanlar, bu ilahi açıklamayla kuşkularından arındılar ve afetin nedeni konusunda ikna oldular. Öyle ya binalar yıkılıyor ve insanlar da ölüyor; aradaki bağıntı açık; o halde kabahatin nedeni binalardır!

İşte yine o sırada yine ilahi bir kaynakla irtibatlı bir babayiğit kişi çıkıp bu imkansız (bu nedenle de bizden başkasının kalkışamadığı) bir cesaret gösterip “dayanıksız binaları yıkıp yenilerini yapalım; hem istihdam olur hem de bi hareket (ve bereket)”dedi ve “kentsel (pardon rantsal) dönüşüm” başladı. Yani bir çeşit Big Bang gibi bir şey.

Patlamadan birkaç saniye sonra birdenbire binlerce müteahhit ortaya çıkarak, bina sahipleriyle kıyasıya pazarlığa giriştiler ve böylece bugünlere geldik. Gölcük depreminden 24 yıl sonra gerçekten de binaların %0.05lik kadar bir bölümü (genellikle pahalı semtlerde) yıkılıp yenileri yapıldı; ama yine de bu yıkıp yeniden yapma aşkı’nın ümitsiz bir beklenti olduğu -küçük bir bölüm kişi dışında- tam kavranamadı. 

Şimdilerde her yeni deprem (ya da bir başka tür afet) olduğunda, “bu binaları yıkanın filan fay sistemindeki enerji birikmesinin boşalması olduğu” çevresinde tartışmalar başlıyor ve gelecek depremin tam gün ve saati öğrenilmeye çalışılıyor. Ama, aynı deprem bölgesinde, doğru yapıldığı ya da doğru güçlendirildiği için zarar görmeyen yapıların nedenlerine ilgi yok denecek kadar az; halbuki ipuçları orada.

Anlaşılamayan ve anlaşılan!

Halkın büyük bölümünün -biraz da haklı olarak- ilgi duyduğu alan “şimdi ve burada” alanı olup, onlar yıkılan binalar ile ölen insanlar arasındaki ilişkinin nedensel mi bağıntılı mı olduğuna bak(a)mazlar. Onlar için yukarıda değinilen ipucu, şimdi ve burada ne yaparak yaşadıkları evin başlarına yıkılmamasını sağlayabileceklerini gösteriyor. 

Ama bu yetmez. Özellikle, eğitimi, birikimi, sosyal ve ekonomik durumu uygun ve de içinde yaşadığı “bütün”e karşı sorumluluk sahibi kişiler açısından bu yetmez. Onlar, bütün olan biteni “çırılçıplak” biçimde anlamak durumundalar. Çırılçıplak deyimiyle “çıplak gerçek, salt gerçek vbg” deyimleri kastetmiyorum. Kendilerinin tüm unvanlarından, mesleki gözlüklerinden, özgüvenlerinden, ideolojilerinden, inançlarından, ezberlerinden (kısacası akıl daraltıcıları’ndan) soyunmalarını kast ediyorum. Bu öğelerin her birinin mutlak olmadıklarının bilinip, bu sürekli farkındalık eşliğinde dünyevi yaşam platformlarını kendi kendimize tanımlamak amacıyla yararlı olabilirler. Olayları anlamak içinse kesinlikle birer daraltıcıdırlar. 

Anlaşılması gerekip de -dünya nüfusunun çoğunluğu ile birlikte- başlarımızı öte yana çevirdiğimiz yalın gerçeklik şunu diyor: “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı, cansız ve kültürel varlıklar bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp, yenilerini üreterek, dengeleri koruyan yeni bütünlükler oluşturuyorlar. Bütünlüğün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla denge halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar, bütünü oluşturan diğer varlıklardan orantısız da olabilecek biçimlerde tazmin edilir”

1939 Erzincan, 1999 Gölcük, 2023 Pazarcık-Elbistan depremleri, CoViD19 pandemisi ödenen tazminatlardan birkaçıdır. Afetlere müdahale örgütlenmesini bile ideolojik tercihlere göre şekillendirmek, en büyük müdahale gücü olan TSK’nın örgüt yapısını kopuklu hale getirmek vbg olgular da yeni tazminat miktarlarının giderek arttığına işaret ediyor. Buna göre belli ki anlamamakta direndiğimiz bir şeyler var.

Bütün’ü dikkate almadan olayları açıklama alışkanlığı bu direnç bileşenlerinden birisi. Bir diğeri ise adına Tazmin Yasası dediğim -ki aslında kolay ifade içindir- kural uyarınca, yaşam biçimlerimizi değiştirmemekte direnip, gelecek tazminatları bütünüyle çocuk, torun ve onların geleceklerine aktarırkenki ahlaki yetmezlik. Bize ait olan bir ödentiyi başkalarına bırakmak ahlaki bir tutum mudur?

Son Pazarcık merkezli depremden sonra genellikle müteahhitler için bir suç duyurusu dalgası oluştu. İster kendi yapmış olsun, isterse göz yummuş olsun o kişiler için suç duyurusu yapılmasından doğal bir şey olamaz. Ama bir dizi sorumlu içinden -Türk filmlerinde bile kötü karakter olarak tanıtılan- müteahhitlerin seçilmesi yanlıştır. Öldüren Nedir? başlıklı bir zihin haritasında diğer sorumluların bir bölümü (kağıdın imkan verdiği ölçüde) gösterilmiştir. Örneğin, Sorun Çözme Kabiliyeti’mizin niçin düşük olduğu konusu o haritada (yer yetmezliğinden 🙃) yoktur.

Pazarlığa yer yok!

Her toplumun belirgin özellikleri oluyor; bizim de mutlaka vardır. Diğerlerini bilmem ama “her şeyle ve her an pazarlık halinde olma” gibi bir gözlemim var. Halbuki doğa olaylarının basit bir kuralı var: Nasıl olduğunu anlamaya çalış, zarar görmemek için önlemlerini al, al(a)madığın önlemlerin bedelini öde ve pazarlık etme! Bu kadar açık.

Bedel ödemek istemiyor isek:

Bütün haklarını gözeten medeni birer insan canlısı isek bu talep çok saygındır. O halde gereğini yapacağız. Tabii önce (yukarılarda açıklandığı biçimde) soyunacağız ve pazarlığın yasak olduğunu bileceğiz:

Mesele ev-yönetimi (eko+nomos)dir: Ekonomi (eko+nomos) ev (doğa bütünü) olduğuna göre, bu idarenin hangi vizyona göre yapılması gerektiği önem kazanıyor. Dünün vizyonu refah ve büyümenin sürdürülebilirliği idi. Bugünden itibaren yarınların vizyonu ise yenilenebilirlik (regenerability) ve bunun bir sonucu olarak da  küçülme ve refahın sınırlanması. Aradaki derin farkın yaygın iletişiminin yapılması ve “size daha yüksek refah vaat ediyoruz” gibi geleneksel söylem yerine, “daha sınırlı ama daha adil dağılımlı bir refah vaat ediyoruz” söyleminin siyaset diline yerleştirilmesi zorunlu görünüyor. 

Bütün” kavramını içselleştireceğiz; fakat her eylemimiz içine yerleşecek şekilde. Bunun aksi, torunlarımıza hediye oyuncak içinde dinamit bırakma anlamına gelir. Bu ise bugüne kadar edindiğimiz üretim ve tüketim alışkanlıklarımızı (yani iktisat paradigmamızı) değiştireceğiz demektir. Ama ileride değil, şimdi ve burada. Ekonomi paradigmamızın çeşitli yüzlerini buna göre düzenleyeceğiz.

Uyum yönetimi: Bu yazıda yer alan tüm çerçeve çizgilerinin her biri bir alandaki yaşam tercihlerinin değişmesini gerektiriyor. İster birey ister topluluklar olsun, mevcut alışkanlıkları terk edip yenilerini edinmenin ne denli güç olduğu biliniyor. Buna göre tüm alanlar değilse de önemli birkaçındaki değişimin niteliğine göz atmak yararlı olabilir:

Toplumsal kavram dağarcığının zenginleştirilmesi: Yaygın olarak sahip olmadığımız kavramlar çevresinde uzlaşılar kurulamayacağına göre, demos+kratos mutlaka bir ortak kavram tabanına sahip olmayı ve de zengin bir kavram tabanına sahip olmayı gerektiriyor. İki örnek, “korkmama özgürlüğü” ve “kirli çıkar çatışması” kavramlarıdır. Sadece bu iki kavramın yaygınlık kazanmamış oluşu bile çok sayıda soruna kaynaklık eder niteliktedir. Öldüren nedir? haritasındaki birçok dalın kirli çıkar çatışmalarından etkilendiği görülebilir.

Yapay Zeka (YZ) ve olası sonuçları: Toplumumuz açısından gerek YZ ve özellikle de Pazarcık depreminin yol açtığı ekonomik yıkım sonrası en beklendik sonuç, işsizlikteki olası artıştır. Rekabet gücünü önemli ölçüde ucuz ve pazarlık gücü düşük işgücüne dayandırmış sanayimiz, aynen sığınmacılardan bu amaçla yararlandığı gibi YZ’dan da sonuna kadar yararlanacak; özellikle üniversitelerde yetersiz eğitim almış olanların alternatifi olarak onları işsiz bırakabilecektir.

Dünyada “faydasız sınıf” (useless class) olarak adlandırılan sınıf Türkiye açısından daha da önemli bir tehdittir.

Eğitim sistemi açısından hemen yaşama geçirilmesi gereken uyum bileşeni, buna göre “tüm eğitim sistemlerimizin öğretme odaklılıktan öğrenme odaklılığa dönüştürülmesi” olarak ortaya çıkıyor.

Bilim ve teknoloji, YZ’nın da katkısıyla öylesi bir hızla gelişiyor ki, geleneksel “otorite tarafından belirlenenlerin ezberlenmesi”ne dayalı öğretim sistemlerinin, en değerli kalıtsal mirasımız olan “ihtiyacı olanları hızla ve zevkle öğrenebilme”ye dönüştürülmesi ve bu şekilde yeni iktisat kavramına monte edilmesi önerilir. 

Belirsizleşen sınırlar: Günümüzün uyum paradigmaları inançlar, ideolojiler, etnik kökenler, diller, milliyetler ve diğer anahtarlara göre ayrıştırıp çevrelerine aşılmaz duvarlar örmeye dayalı. 

Yakın yarınlarda ise ördüğümüz ve örmekte olduğumuz tüm surlar geçirgenleşiyor. Bu gerçeği kabullenenler ile kabullen(e)meyenler gelecekteki çatışmaların kaynağı olacaklar ve muhtemelen birbirlerini telef edecekler.

Bugünden başlayarak, ayrıştırmanın, bölmenin, kutuplaştırmanın her türünü “bütün’e karşı işlenen suçlar” olarak kabul edip gelecek  tasarımlarımızı da ona göre yapmak gibi bir zorunluk var. 

Bilim ve Teknoloji

Bilimin temelini “bilmediğimiz bir ilk neden” yerine ikame ettiğimiz “akıl”a dayalı varsayımlarımız oluşturuyor. İnançlar ise farklı bir varsayım setine dayalı. Bu yüzden her ikisi de -ancak varsayımlarının izin verdiği ölçüde sağlam- platformlar sağlayabiliyor. Bu nedenle de şu ana kadar bilim ve teknolojide sağlanan gelişmelerin (keşif ve icatlar) tamamı, akıl ve sezgi etkileşimi ile meydana gelmiş.

Toplumumuz ise -her konuda olduğu gibi- akıl ve sezgi etkileşimini de ayrıştırmış ve her ikisinin yandaşları (ve ayrıca her iki kesimin istismarcıları) birbiriyle çatışıp, etkileşimin sonuçlarının salt tüketicisi olmayı seçmişler. Eğer yeni bir başlangıç yapabileceksek, sezginin yaratıcılığına muhtaç akla ve aklın yanlışlama gücüyle denetlenen sezginin etkileşimi sağlayabilecek araçlara dayalı olacaktır.

Distopik geleceğin kaçınılmaz ürünü faşizmden korunmak

Dünyada giderek yaygınlaşan iki eğilimden birisi “Yapay Zeka”nın tüm yaşam alanlarına girişi; bir diğeri de yaşamın değişim hızına uyum gösteremeyen insanlığın giderek otoriter yönetimlere teslim oluşlarıdır.

Bu riske karşı geliştirilebilecek az sayıda seçenekten birisi YZ Destekli İnsan Kümesi Aklı (AI Assisted Human Swarm Intelligence), diğeri ise (Yaygın Aleniyet Sağlayarak Suçun Caydırılması) olabilir.

Birincisi konusunda, Birleşik Akıl Ağı adlı oluşum çalışıyor; çeşitli toplum sorunları konusunda yetkin akıl yöntemleri deniyor. İkinci araç ise, özetle “niyet halindeki yasadışı bir eylemden herkesin açıkça haberdar olmasını sağlayarak  planların uygulanmasını caydırmak”tır (tıklayınız).

Bugüne değin toplumumuz, bizzat kendi yapması gereken (demos+kratos) yönetim işlevini hemen daima ihale etmeyi seçti ve seçtiklerini denetleme görevini de ihale kapsamına ekledi. Giderek karmaşıklaşan sorunlar karşısında yeni ihtiyaçlara göre yeni araçların ortaya konulması gerekiyor. Bu araçlardan birisi Etik Güvence’lerdir. 

Evin idaresi (eko-nomos, iktisat) açısından en önemli olan bu ihtiyaç, bundan sonraki tüm seçimlerimizde dikkate almak zorundayız. İyi ahlakın yerine koyulabilecek bir araç henüz icat edilmemiştir.

Ve Afet Zararlarından (öncesinde) Korunmak için:

Zararlara yol açabilme potansiyeli taşıyan öğeleri, o konularda alınacak önlemleri, etkililik düzeyleri ve sonuç verme süreleri açısından sıralarsak:

  1. Kısa sürede olumlu etkileri görülebilecekler:
    1. Esas zarar verenin afet değil, o olaya karşı sahip olduğumuz farkındalıklar ve o farkındalıkların gereklerini yaşamlarımızın parçası (alışkanlıklar) haline dönüştürme irade ve becerisi olduğu bilinci.
    2. Yıkılarak yenisi (aynı veya tercihan toplu olarak farklı yerde) yapılması gerekebilecek durumdaki yapıların hemen yıktırılması,
    3. Güçlendirme ile deprem dirençli hale getirilebilecek olanların güçlendirilmesi,
    4.  Ek yoğunluk getirebilecek yeni inşaata (kentsel dönüştürme de dahil) izin verilmemesi,
    5. EMASYA protokolünün tekrar devreye alınması,
    6. Afet sonrası konutunu terk ederek bir başka yere -geçici veya kalıcı olarak- yerleşebilme imkanlarına sahip olanları caydıran “geride bıraktığı malının talan edilmesi” riskine karşı, her yerleşim biriminin (mahalle, site, apartman vd) önlemler geliştirmesi; yerleşim birimleri arasında dayanışma yapmaları,
    7. Adil Yaşam® web sitesindeki deprem öncesi-sırası-sonrası önlemlerin neler olabileceği konusunda yapılmış eBeyin Fırtınası sonuçlarının gereklerini yerine getirmek,
    8. Kitle iletişim araçlarının, akademisyenleri gelecek tahminleri konusunda yarıştırmaları geleneğinden vazgeçirerek kargaşa anında yardımlaşmanın, diğergamlığın önemini vurgulayan yayınlara ağırlık vermeleri.
  2. Orta sürede olumlu etkileri görülebilecekler:
    1. (1.1 aynı)
    2. Özellikle deprem riski bulunan kentlerde yoğun istihdam sağlamakta olan kuruluşlar için yerel yönetim ve merkezi idarenin arsa üretip yer değiştirme için düşük faizli kredilendirme sağlaması; nüfus yoğunluklarının azaltılması amacıyla ilave  önlemler geliştirilmesi,
    3. Her hangi nedenle doğabilecek kargaşa ortamlarından yararlanarak yağma, gasp ve benzeri işlere kalkışabilecek olanlara TCK’da öngörülen cezaların misliyle artırılması için yasa teklifi yapılması ve bunun yaygın iletişiminin yerel yönetimlerce yapılarak caydırıcılığının artırılması,
    4. Güçlendirme araç, gereç ve malzemeleri üretiminin desteklenmesi yolunda önlemlerin yerel ve merkezi idare tarafından alınması,
    5. Bireysel yaşamlarımızın “bütün haklarını gözetici” hale dönüşebilmesi için tüm alışkanlıklarımızın değişmesi yolunda yoğun iletişim kampanyaları ve ekonomik önlemlerin yerel ve merkezi idarece alınması,
    6. Adil Yaşam® web sitesindeki Afet Zararlarını Azaltma rehberinin gereklerini yerine getirmek,
  3. Uzun sürede olumlu etkileri görülebilecekler:
    1. (1.1 aynı)
    2. Bu yazıda tüm açıklananlar birlikte.

2 Comments

  • N.Saygılı dedi ki:

    Afetler öncesi, sırası ve sonrası için kamusal yapılardan beklenecekler netleştirilmiş. Bunları talep edecek ve yatay örgütlenmelerle tamamlayıcı olmayı seçmiş Sivil Toplum Kuruluşları ve bireyler için 1.1 Maddesinde ifade edilen Büyük Bütünü kavramak ve benimsemek, en olmazsa olmaz koşul olarak karşımıza çıkıyor. Tınaz bey bunu AY ve AZA ile yaygınlaştırmamız BAA paydaşı bizler için ıskalanmayacak vecibe olarak ortaya koymuşsunuz. Kaleminize sağlık.

    • Tınaz Titiz dedi ki:

      Sağolunuz Necati bey, halkımızın her şeyle -bu arada deprem ve diğer afetlerle de- pazarlık alışkanlığına uyan (ya da uymak zorunda kalan) bilim insanları ve akademisyenlerin, bu -ve doğa bütünlüğünün tüm diğer- kaçınılmaz öğelerine Japonlar gibi saygı duyup, onlarla birlikte nasıl yaşanabileceğine kafa yormaya özendirebilir amacıyla yazılmış yazıyı beğenmenize sevindim. Çok teşekkürler.

Leave a Reply